Turneyi planlarken Diyarbakır'dan pasta buluşması için talep olup olmayacağını bilmiyordum. Ama yine de bir gün öğrencilerle bir araya gelmek, bir gün Nuri ustayı (ki kendisinden bir sonraki yazıda bahsedeceğim) ziyaret etmek, bir gün de şehri gezebilmek için seyahati 3 gün olacak şekilde ayarlamıştım. İyi de etmişim, çünkü günlerim çok olunca son dakikada Şanlıurfa'ya gidebilme imkanı buldum. Turne'ye dahil edip duyurusunu yaptım ama Urfa'dan benimle irtibata geçen kimse olmadı. O nedenle bu yazı bir turne yazısından ziyade bir gezi yazısı gibi olacak sanırım.
|
Diyarbakır Bakırcılar Çarşısı |
19 Aralık pazartesi günü öğlen Diyarbakır Havalimanı'na indim. Planım salı günü Urfa'da, çarşamba günü Diyarbakır'da olmak olduğu için pazartesi gününü daha önce geldiğimde tadilatta olan Diyarbakır Ulu Camii'yi yeniden görmek için ayırabilirdim. Uçaktan inince otobüsle sur içine gittim. Hava kararmadan Urfa otobüsüne binmek istiyordum o yüzden ancak birkaç saatim vardı gezmek için. Ulu Camii malesef hala tadilattaydı(!) Yine içine giremedim. Ama Dağ Kapı ile Mardin Kapı arasında kalan sokakları arşınladım, Hasan Paşa Hanı'ndaki eskicileri gezdim, bakırcılar çarşısından birkaç hediyelik aldım.
Son olarak yola çıkmadan önce meşhur Diyarbakır ciğerini yemeye niyetlendim. Ama malum ciğer de her yerde yenmez. Kafama göre karar vermeyeyim, birilerine sorayım diye düşünürken köşedeki zabıta ofisinin önünde oturan memur gözüme ilişti, meramımı anlattım. Ben daha cümlemi bitirmeden adam yerinden kalkıp "Müdürüüüm misafirimiz var" diyerek ortalığı ayağa kaldırdı. Sonrasında şöyle bir sahne yaşandı:
(Müdür odasından çıkarak yanıma gelir)
Müdür: Oooo hoşgeldiniz, buyurun buyurun
(diyerek buyur eder) Bir çayımızı için.
Işıl: Yok sağolun, benim acelem var da.. ben rahatsızlık vermeyeyim.
(O sırada orada bulunan bir adam lafa girer.)
Adam: Turist misiniz?
Işıl: Evet oyle sayılırım.
Adam: Ne güzel Türkçe konuşuyorsunuz.
Işıl: !!! Yok öyle değil !!! şey, yerli turistim.
Adam: O zaman gazetecisiniz kesin
(boynumdaki fotoğraf makinesinden olsa gerek)
Işıl: Yok hayır değilim.
Müdür: Nereden geldiniz?
Işıl: İstanbul
Müdür: Ooo uzaktan gelmişsiniz, bir çay ikram edelim size.
Işıl: Yok teşekkür ederim. Ben oturmayayım. Ciğerci soracaktım ama önemi yok neyse şey ben rahatsızlık vermeyeyim.
Müdür: Böyle olmadı ama... Mehmet oğlum bak buraya
(Mehmet gelir)
Mehmet: Buyur müdürüm
Müdür: Misafirimize yardım et. ... lokantasına götür.
Işıl: Gerek yok siz tarif edin ben giderim.
(Bu cümlemin pek bir geçerliliği olmadı, Mehmet ve müdür kendi aralarında hangi ciğercinin daha iyi olduğu hususunda uzun süren bir müzakere sonunda karara vardılar.)
Işıl: Gerçekten zahmet olmasın, ben giderim.
Müdür: Yok öyle olmaz. Mehmet sen misafirimizi Onur'a götür.
Müdür ile vedalaşılır, Işıl ile Mehmet
Onur Ocakbaşı'na doğru yola koyulur. Neyse ki hemen karşı sokakta, yakın bir yerdeymiş. Mehmet ciğerciye "müdürümüzün misafiridir" der ve gider. Işıl afiyetle ciğerini yer. Sadece ciğer olsa iyi, çöpşiş, salatalar, mezeler... masa donatılır. İş hesabı ödemeye gelince de "müdürün yakini" olmanın torpili ile cuzi bir ücret ödenir ve bu hikaye burada biter.
Ciğer macerası sandığımdan uzun sürünce hava da karardı. Otobüse binip otogara doğru yola koyuldum. Birkaç dakika ile Urfa yönüne giden otobüsleri kaçırmışım. Tam buna hayıflanırken yardımsever otogar ahalisinin çabalarıyla yoldan geçen Birecik otobuslerine bindirildim. Yaklaşık 2 saat süren bir yolculuktan sonra Şanlıurfa otogarına vardık. Aslında normalde burada Keziban Hn. ile buluşacaktık. Ama benim varışım geç olduğu için arayıp rahatsız etmek istemedim. Sordum, soruşturdum, yoldan geçen minibüslere binip öğretmenevine doğru yola koyuldum. Tam minibüsten inmiştim ki Keziban Hn. aradı. "Sakın girmeyin öğretmenevine, orada kalamazsınız, biz size başka yerde yer ayırttık, bekleyin kapıda biz geliyoruz sizi almaya" dedi. O böyle deyince korktum, "vah vah herhalde pek fena bu öğretmenevi" diye aklımdan geçmedi değil. Meğer ondan değilmiş. İlk defa Urfa'ya gidiyorum ya, Balıklı Göl'ün orada geleneksel Urfa mimarisi örneği olan bir otelde kalırsam, gözümü açtığımda karşımda eski şehri görürsem Urfa'yı daha çok severim, hep gelmek isterim diye düşünmüşler, sağolsunlar. Öyle de oldu gerçekten.
|
Tarçın Kafe Hatırası |
|
Önce yeni açtıkları "Tarçın Cafe"ye gittik. Keziban Hn. aslında Mersin'li bir eczacı. Eş kontejanından Urfa'lı olmuş. Birkaç ay önce İstanbul'daki kapkek dersimize geldiğinde tanışmıştık. O zaman henüz kafeyi açma aşamasındalardı. Bu süre zarfinda kafe açılmış, yavaş yavaş tanınmaya başlamış. Hazır Diyarbakır'a kadar gitmişken davete icabet etmemek olmazdı. Keziban Hn, eşi, eski ortağı ve arada uğrayan dostları ile bol sohbetli bir akşam geçirdik. Bakır servislerle kahve ikram ettiler. Yanında da ev yapımı kekler, kurabiyeler ve ilk defa yediğim
külünçe. (Urfa'da her pastanede bulunan kendine has bir baharat karışımı ile hazırlanan, hem tatlısı hem tuzlusu yapılan, sert ve dayanıklı bir çeşit kurabiye) Zamanla çeşitleri daha da artacak, hatta sözüm var ilk fırsatta yeniden gideceğim, birlikte gireceğiz mutfağa. (güncel not: Ben gidemeden Keziban Hn geldi İstanbul'a. Ama azimliyim en yakın zamanda iade-i ziyaret yapacağım.)
Gece Keziban Hn’ın önerisi ile (aynı zamanda Şanlıurfa’nın eski ismi de olan)
El-Ruha Otel'de kaldım. Balıklı Göl'ün hemen yanında geleneksel
Urfa mimarisi tarzında Urfa taşından yapılmış
bir otel. Yöresel mimarisi ve dekorasyonu bir tarafa aklımda en çok kalan şey kahvaltısı oldu.Kahvaltıda
ciğer kebabı olması benim için değişik bir tecrübeydi. Ayrıca ilk defa yediğim
isot reçeli ve çok beğendiğim yöresel
katı pekmeziyle tanışmış olmaktan mutluyum.
Kahvaltıdan sonra Keziban Hn. ile buluşup Balıklı Göl'e gittik. Hava, Aralık ayı olmasına rağmen günlük güneşlikti. (Şimdi yazarken farkettim ki bir yere ilk defa gittiğimde o anki iklim ve hava durumu orası hakkındaki hislerimi çok etkiliyor. Şu an anımsarken içim ısındı.) Aslında Harran gibi,
Göbekli Tepe gibi görülmesi gereken çok önemli yerler var Urfa'da. Ama ben malesef sınırlı bir sürede ancak Balıklı Göl ve çevresini görebildim. Bu bölgede yer alan mekanlar ve haklarındaki efsaneleri yazının sonunda bulabilirsiniz.
Bence hafta içi ve erken bir saat olmasına rağmen etrafta çok fazla Urfalı çocuk ve adam vardı. Keziban Hn’ın dediğine göre bu hali sakin bile sayılırmış. Kadınların (ve bazı adamların) başında ve boynunda mor renkte poşular sarılıydı. Önce bunu bir aşiret simgesi sandım ama internette rastladığım pek çok kaynak bu mor poşuları “moda” olduğunu yazmış.
|
Bu adamlar nereyi çekiyor? |
Şanlıurfa’nın bilinen bir geleneği de sıra geceleri. Birbirine yakın yaşlardaki arkadaş gruplarının, her hafta bir başkasının evinde olmak üzere, haftada bir akşam, belirli bir niteliğe ve düzene göre sıra ile yaptıkları toplantılara "sıra gecesi" denilmekteymiş. Hep sıra gecesi diye birşey duyarım bilirim de bunun sıra ile yapılıyor olmasından dolayı bu isimle anılıyor olduğunu yeni farketmiş olmama şaştım. Sıra geceleri, usta-çırak geleneği içerisinde müziğin icra edildiği meşk ortamlarıymış. Ben bu çeşit bir sıra gecesine katılamadım. Ama Keziban Hn sayesinde farklı bir sıra buluşması yaşadım. Şöyle ki Keziban Hn ve arkadaşları ayda bir kere dışarıda buluşup yemek yiyorlarmış . Her ay birisinin sırası oluyormuş, yemeği de sırası gelen ısmarlıyormuş. Tesadüf ve şans (!) bu ya tam da o gün sıraları varmış.
Balıklı Göl’ün hemen yanında
Çardaklı Köşk diye bir yerde buluştuk. Önce
çiğ köfteler
geldi. (meğer böyle bir yere yemeğe gideceksen önceden arayıp çiğ köfte
siparişini vermek gerekirmiş ki sen gidene kadar hazır olsun.)
Herkes Urfalı olduğu için haliyle beğenmediler çiğ köfteyi. Genel yorum “ben daha iyi yaparım” idi! Akabinde
kebaplar geldi. Bitişi de
şıllık tatlısı (bir nevi şerbetli fıstıklı krep) ve
mırra ile yaptık. Ohh pek afiyet oldu. Başta sıra sahibi Recep olmak üzere Ruken, Zeliha, Songül ve Hasan’a selamlar, sevgiler...
Recep yemekten sonra Batman’a dönecekti. (kendisi Batman’lı olup sadece bu sıra buluşması için üşenmeyip geliyormuş her ay Urfa’ya) Ben de artık Diyarbakır’a geçecektim. Diyarbakır da Batman yolu üzerinde olduğundan kelli beni de bırakıverdi. Maceralı yolculuk ve Diyarbakır anıları bir sonraki yazıda...
BALIKLI GÖL ÇEVRESİ & EFSANELERİ
MEVLİD-İ HALİL MAĞARASI
Kuran, İncil ve Tevrat’ta adı geçen Hz. İbrahim’in Urfa’da doğduğuna inanılıyormuş. Rivayete göre zalim kral Nemrut rüyasında, doğacak çocuklardan birinin kendisini öldüreceğini görür. Hemen o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder. O sırada hamile olan Hz İbrahim’in annesi kaçarak bir mağaraya gizlenir, çocuğunu bu mağarada doğurur ve onu burada bırakıp evine döner. Çocuğu bir dişi ceylan emzirir. Rivayete göre Hz İbrahim 17 yaşına kadar bu mağarada kalır. (mevlid kutlu doğum, halil de dost anlamına geliyormuş.) Etrafı cam ile kapatılmış, tabanı su ile kaplı küçük bir mağara olan Mevlid-i Halil mağarasının efsanede geçen mağara olduğuna inanılıyor.
HALİL-ÜR RAHMAN GÖLÜ (BALIKLI GÖL)
|
Balıklı Göl |
Nemrut’un zulmü, haksızlığı ve putlara tapışını, halkın da putlara tapmaya zorlanılışını gören İbrahim, insanların kendi elleriyle yaptıkları bu putların tanrı olamayacağını söyler. Halka bu düşüncesini anlatır. Halk korkudan ağzını açamaz. Bir tören günü İbrahim gizlice puthaneye girer, bir balta ile bütün putları parçalar, baltayı da en büyük putun üstüne bırakır. Herkes bu olaydan İbrahim’i sorumlu tutar. Hz. İbrahim “Kendisi dururken küçük putlara tapınılmasını istemediği için, boynunda balta asılı olan büyük put yapmıştır, inanmazsanız kendisine sorun” der. Öfkelenen Nemrut, “putlar konuşamaz, hem bir taş parçası baltayı eline alıp bu işi nasıl yapar” diye haykırınca Hz. İbrahim “O halde konuşamayan ve kendilerini kırılmaktan kurtaramayan putlara neden ibadet edersiniz ?” deyince sinirlenen Nemrut İbrahim’e kendisine secde etmesini emreder. Hz. Ibrahim de “Ben beni yaratandan başkasına secde etmem der. Nemrut " Seni yaratan kim ? " diye sorunca, İbrahim “dirilten ve öldüren Allah'tır” diye cevap verir. Nemrut "Ben de diriltirim" diyerek zindandan iki kisi getirtir. Birini serbest bırakıp, diğerini öldürür. Güya böylece diriltmiş ve öldürmüş olacaktır. Hz. İbrahim bunun karşısında “Benim Rabbim güneşi doğudan doğdurur, gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur” deyince Nemrut aciz kalır ve İbrahim’i ateşe atarak öldürtmeye karar verir. Her taraftan toplanan odunlar ile büyük bir ateş yakılır. Tepeye bir mancınık inşa edilir. Hz İbrahim bu mancınıkla ateşe atılır. O sırada Allah “Ey ateş İbrahim için serinlik ve esenlik ol” diye buyurur. Ateş suya, odunlar da balığa dönüşür. Bu nedenle göl ve içindeki balıklar kutsal sayılır. ( Halil-ür rahman, Allah’ın dostu anlamına geliyormuş)
AYNZELİHA GÖLÜ
İbrahim için ağlayan Nemrut’un kızı Zeliha’nın gözyaşlarından Balıklı
Göl’ün hemen yanında küçük bir göl daha oluşur, bu gölün adı ise
“Zeliha’nın gözü” anlamına gelen “Aynzeliha”. Biz oradayken İranlı hacı
adayları (ki burası hac yolu üzerinde ziyaret ettikleri önemli bir dini
yermiş) sırayla gölün içindeki kayığa binip fotoğraflar çekildiler.
HALİL-ÜR RAHMAN CAMİİ
Döşeme camii adı ile de anılan, Balıklı Göl’ün hemen yanında yer alan camii Selahattin Eyyubi’nin yiğeni tarafından 1211 yılında inşa ettirilmiş ama daha sonra birçok kez onarım görmüş.
RIZVANİYE CAMİİ
|
Taziye evi |
Bizanslılar’dan kalan bir kilisenin yerine 1716 yılında Osmanlılar tarafından yapılmış olan camiinin eski medrese odaları şimdi taziye evi olarak kullanılıyor. Taziye evi diye birşey olduğunu ben ilk defa burada gördüm. Buralardaki geleneğe göre vefat eden bir kimsenin yakınları taziyeleri kendi evinde değil bunun gibi düzenlenen taziye evlerinde kabul edermiş.
ŞANLIURFA KALESİ
|
Kaleden Şanlıurfa |
M.Ö. 2000 yılında yapıldığı tahmin edilen kalenin üzerinde yer alan iki taş sütunun Hz İbrahim’in ateşe atılmasında mancınık olarak kullanıldığı rivayet ediliyor.
Notlar:
1. Urfa'nın tarihi paleolitik çağa kadar uzanıyormuş. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek ve bir kısmını da burada paylaşmak istedim ama Türkçe kaynakların güvenilmez böbürlenmeciliği, İngilizce kaynakların çokluğu ve karışıklığı içinden çıkamadım malesef.
2. Çok tanrılı Pagan ve Sabii inançlarına ait mabetlerin bulunduğu, İbrahim Peygamber'in doğduğu, Musa Peygamber, Şuayb Peygamber, Yakup Peygamber, Eyyüp Peygamber ve Elyesa Peygamber'in yaşadığı, İsa Peygamber'in kutsadığı inanıldığı için şehre "
Peygamberler Şehri"deniyormuş.
3. Şanlıurfa Belediyesi'nin şehir için bulduğu slogan içler acısı:
"Doğuştan marka şehir"
4. Kendime not: en yakın zamanda yine gidile, hem Keziban Hn ile mutfağa girile hem de Harran ve Göbeklitepe görüle...
5.Diğer Şanlıurfa fotoğrafları için
buraya tıklayabilirsiniz.
Devamını Oku...
sadece tanıtım...